Soru, öneri ya da iş birliği için size bir mesaj kadar yakınız.
+90 232 570 01 40 merhaba@dijitalari.com Detaylı Bilgi Alİletişim bilgilerinizi bırakın, size en kısa sürede geri dönelim.
22 Mayıs 2025 00:19
Görüntülenme: 247
Ancak bu gelişme, beraberinde bazı soru işaretlerini de getirdi:
Yapay zekâ ile üretilen görseller gerçekten yaratıcılığı besliyor mu?
Yoksa tasarım sürecini “kolay ama yüzeysel” bir alana mı taşıyor?
Kimi bu dönüşüme ayak uydurmayı bir vizyon olarak görürken, kimileri süreci yaratıcı emeğe yapılan bir haksızlık olarak tanımlıyor.
Bu yazıda, her iki tarafın görüşlerine eşit mesafede durarak 2025’te grafik tasarımda yapay zekâ kullanımının artışını ve bu alandaki temel tartışmaları inceliyoruz.
Yapay zekâ destekli görsel üretim araçları örneğin Midjourney, DALL·E, Adobe Firefly gibi platformlar son derece kısa sürede, etkileyici görseller oluşturabiliyor.
Tasarımcılar bu araçları kullanarak fikirlerini daha hızlı sunabiliyor, alternatifleri anlık görebiliyor ve zaman baskısı altında yaratıcı çözümler üretebiliyorlar. Özellikle aşağıdaki alanlarda ciddi bir ivme kazanmış durumda:
Sunumlarda konsept illüstrasyonları üretmek.
Moodboard hazırlık süreçlerini hızlandırmak.
Sosyal medya için dikkat çekici kreatifler oluşturmak.
Video storyboard’larında sahne görselleri yaratmak.
Hızlı teslim süreleri ve sınırsız varyasyonlar, bu teknolojileri tasarım süreçlerinde cazip hale getiriyor.
Bugün tasarım dünyasında yaşanan ayrışmanın temelinde şu iki bakış açısı bulunuyor:
Bu görüşe sahip olanlara göre yapay zekâ, tıpkı Photoshop ya da Illustrator gibi bir tasarım aracıdır. Tasarımcının süreci hâlâ yönettiği, estetik kararların insana ait olduğu, yapay zekânın sadece bu süreci hızlandırdığı savunulur.
Bu gruba göre önemli olan, üretim sürecinde yapay zekâyı nasıl yönettiğimiz, ona nasıl brief verdiğimiz ve sonuçları nasıl değerlendirdiğimizdir.
Diğer kesim, yapay zekânın üretimi kolaylaştırırken özgünlüğü azalttığını, tasarımcı emeğini geri plana ittiğini düşünüyor.
Bu görüşe göre yapay zekâ görselleri çoğu zaman stilize edilmiş, birbirine benzeyen ve özgünlükten uzak işler sunuyor. Özellikle “hızlı üret – hızlı tüket” döngüsüne katkı sağladığı düşünülüyor.
Ayrıca veri setlerinin etik kaygılar taşıması da eleştirilen bir diğer yön. Zira birçok AI aracı, daha önce yapılmış eserleri tarayarak kendi görsellerini oluşturuyor. Bu da “telif” ve “kime ait” sorularını beraberinde getiriyor.
2025 itibarıyla çoğu ajans, yapay zekâyı “tamamen reddetmek” ya da “her şeyi onunla yapmak” gibi iki uç noktaya gitmiyor.
Bunun yerine, hibrid bir üretim modeli benimsiyor.
Yani:
Yapay zekâ ilk fikir üretiminde ya da moodboard hazırlıklarında kullanılıyor.
Son dokunuşlar, düzenlemeler ve asıl stratejik kararlar insan eliyle tamamlanıyor.
Müşteri sunumlarında AI ile oluşturulan örnekler, referans olarak değerlendiriliyor ama nihai işler çoğu zaman manuel olarak üretiliyor.
Bu yaklaşım, hem hız avantajı sağlıyor hem de yaratıcı kontrolü elde tutmaya olanak tanıyor.
Bugün birçok AI platformu, eğitim verisi olarak internet üzerindeki milyonlarca görseli kullanıyor. Bu durum bazı sanatçıların ve fotoğrafçıların eserlerinin izinsiz şekilde yapay zekâya “öğretilmesi” gibi sorunları gündeme taşıdı.
Birçok ülkede bu konuda yasal düzenlemeler gündemde olsa da, 2025 itibarıyla hâlâ net bir global standardizasyondan söz etmek zor.
Bu nedenle büyük markalar ve kurumsal kampanyalar, yapay zekâ ile üretilmiş görselleri kullanmadan önce şu soruları mutlaka soruyor:
Bu görsel özgün mü?
Telif riski taşıyor mu?
Marka değerimle örtüşüyor mu?
Yapay zekâ grafik tasarım süreçlerinde yepyeni kapılar aralıyor. Ancak bu, ne tamamen bir “devrim” ne de “tehdit.”
Aslında olan şey şu: Tasarım süreçleri evrim geçiriyor. Yöntemler değişiyor ama tasarımın özü düşünce, duygu ve iletişim aynı kalıyor.
2025’te kazanan, teknolojiden korkmadan faydalanan ama yaratıcı kontrolü elinden bırakmayan ekipler olacak.
Yani mesele, yapay zekâ kullanmak mı kullanmamak mı değil; onu ne zaman, neden ve nasıl kullandığın.